23 Haziran 2008 Pazartesi

NEMRUT-MARDİN GEZİSİ



Cuma akşamı saat 7'de otobüsün önünde buluştuk. Çoğunluk bizim fakülteden, herkes birbirini tanıyor. 50 kişiyiz. Sembol ve Filiz Hanım gelen geçene 15 sayfalık fotokopi dağıttı. Her sayfada 3-4 türkü var. Anlaşılan sabaha kadar uyku yok. Otobüs aslında öğrenci servisi, fazla konforlu değil. Eh tüm gezi için 60 YTL verince de fazla nazlanmamak gerek. Sabaha karşı Kahta'da olacağız. Yola koyulduk. Önce türküler söyledik, sonra sessiz film oynadık, derken herkesi yavaş yavaş uyku bastı. Saat 03 Cumartesi. Kahta'ya geldik. Buradan minibüslere transfer olacağız. Herkes giyinme telaşında. Mersin sıcaktı, oysa burası buz gibi. Neyse montlarımızı, eldivenlerimizi, beremizi giydik. İyice abartanlar, battaniye de getirmiş. Minibüslerle bir saat tırmandıktan sonra, kısa bir yürüyüşle sonunda 04:30 gibi Nemrutun zirvesine vardık. Hava bulutlu, güneşin doğusunu görme şansımız yok. Olsun, burası çok güzel. En kısa zamanda buraya tekrar gelme niyetim var, belki bu yaz. Rehberimiz fazla bilgi vermiyor. Kalıntılara şöyle bir bakıyoruz, ama geçmişini bilmeyince fazla bir şey ifade etmiyor. Oradan bir kaç ören yerine ve çok güzel bir kaleye geçiyoruz. Her şey o kadar hızlı ki, algılamak zor. Saat 10:00 Kahta'ya geri döndük. Deli gibi pidelere saldırdık, acıkmışız. Simdi yolumuz Diyarbakır’a uzanıyor. Programda Atatürk barajı gezisi diyor. Meğer, karşıya arabalı feribot ile geçerken, 15 dakika, barajı görüyormuşuz. Diyarbakır’a geldik. Surları şöyle bir gezdik. Jet hızıyla bir kilise, bir cami, on gözlü köprüyü ve Atatürk köşkünü, bir de taş ev gördük. Daha fazlası var mıydı, hatırlamıyorum. Arkadaşlarımızdan biri cep telefonunu çaldırdı, millet tatlılara hücum etti, akşam kaburgalar yenildi ve saat 09:00 olduğunda herkes yataklara serilmişti. Sabah kalkış saati 05:30. Hemen kahvaltı, ardından 06’da yola koyulmuştuk bile. Yolda Batman’dan geçtik, rafinerinin önünde birer poz resim çekildi, Nusaybin’e geldik. Haydi çarşıya hücum. Herkes bir şeyler alma telaşında; şallar, takılar, ne bulursa. Bu arada karıştırdım. Batman’dan önceydi galiba Hasankeyf. İşte gezinin en güzel anlarından biri. İnsanın tüyleri ürperiyor, öylesine yoğun, tarih yüklü bir atmosferi var ki. Ne yazık ki sular altında kalacak. Yerli rehberler, küçük çocuklar, bizi gezdiriyorlar, bir şeyler anlatıyorlar, ama ne kadarı doğru belli değil. Üç günde üç ülke gezen Japon turistlere benziyoruz. Nereyi nerede gördük, tarihi ne, ne olmuş. Buraları zaman harcayarak, hakkını vererek gezmek gerekiyor. Nusaybin’den sonra sıra Mardin’de. Burayı çok beğendim. Keşke koruma altına alınsa, eski Mardin evlerinin yanındaki eğreti yirminci yüzyıl binalari yıkılsa, öyle güzel bir şehir ki. Tabii burada da en fazla iki saat kalabildik, daha Urfa’ya gideceğiz. Akşam 09 gibi varıyoruz. Kısa bir balıklı göl ziyareti. Gördüğümüz yerler güzel, şehrin geri kalan kısmı ise bizim görüş alanının dışında. Hemen sıra gecesinin yapılacağı eski konağa götürülüyoruz. Tam bir Urfa gecesi: Yer sofrası, etler, çiğ köfte, mırra, müzik, ….Gece 12:00 yola koyuluyoruz, Mersin’e dönme zamanı. Sabah 04, bir gürültüyle uyandık, tekerlek patlamış. Beş saat Osmaniye esiriyiz. Gelmişken burayı da gezelim diyenler oldu. Ama yorgunluktan halimiz kalmamış, çoğunluk otobüsün içinde uyuyor. Nihayet yola koyulduk, saat 09. Yolda yine uyuduk. Mersin’deyiz, saat 11. Güya dersimiz vardı, okula gidecektik, mesai falan, herkes doğru eve yatmaya gitti, perişanız. (N.TÜRKER)



Hiç yorum yok: